NÖRO-PSİKODRAMA - Bir Psikodrama Oturumunda Beynimizde Neler Oluyor?

Uzm.Psk.Esra BİLİK, 
Eğitmen Psikodramatist, IPI Çocuk Birimi Koordinatorü, Klinik Sinir Bilimleri Uzmanı
İstanbul Psikodrama Enstitüsü

‘Nöronlar ve insanlar sosyal varlıklardır, izolasyon içinde var olamazlar ve sadece diğerleri ile olan ilişkilerinde anlaşılabilirler’ (Siegel)

Son yıllarda bilimin ispatını sunduğu beyinde yeni nöron oluşumunun her yaşta gerçekleşiyor olması, bana göre çağın en önemli buluşudur. Bu, herkes ve her an için bir iyileşme ve gelişme şansı demektir. Artık beynin doğuştan getirdiği potansiyelin, evrilip gelişmesi için çevresel faktörlerin kritik öneme sahip olduğunu biliyoruz. Özellikle ilk yıllarda gerçekleşen bakım veren kişilerle kurulan ilişkiler sağlıklı beyin-ruh gelişiminin en önemli belirleyicisidir. Güncel çalışmalar, iyi bir psikoterapi sürecinin beyin kimyasını değiştirdiğini, kurulan yeni bağlantılar ile eskilerin yerine yeni yolaklar geliştirdiğini gösterdi (2). Beynin çalışma ve öğrenme biçiminin psikodramanın felsefesi ve teknikleri ile gösterdiği benzerliklerin, bu yöntemlerin içinde Psikodramayı ayrıcalıklı kılacağı kanaatindeyim.

PSİKODRAMA OTURUMUNUN SİNİRBİLİMSEL AŞAMALARI:

“Every true second time is the release from the first.” JL Moreno 1923

Isınma:

Bir psikodrama oturumu, ısınma, oyun ve paylaşım aşamalarında yer alan birden çok terapötik unsurun varlığı ile en derin çalışmaların yapılmasına olanak verir. İlk aşama olan ısınma; psikodramada fiziksel, duygusal, düşünsel, sosyal ve transandent ısınmalar şeklinde tanımlanabilir. Bir protagonist çalışmasının başlangıcı olan ısınma sürecinin bu katogorilerden birden fazlasını kapsaması, en alt yapılardan en üste; subkortikal alanlardan, duygu, biliş, hafıza bölgelerini de kapsayan kortekse kadar olan pek çok bölgede aktivasyonu başlatır. Bu sayede aynı zamanda farklı işlevlere yönelmiş olan sağ ve sol hemisferlerin ikisi de aktifleşmeye başlar.

Fiziksel ısınmanın, hayattaki ilk repertuarımız olan eylem ile başlaması önemlidir. Isınma yürüyüşü, bedenin kinezik hafızasınıharekete geçirir (9) ve bu sayede beden en derin kayıtlarına doğru gitmeye hazırlanır.  Psikodrama terapisti bu aşamada, protagonisti ile fiziksel teması sürdürerek, ‘birlikte olur’, ‘birlikte hisseder’ve ‘birlikte yapar’. Bu birliktelik, anne-bebek arasında kurulması gereken ilk güven ilişkisinin temsilidir. Bu sayede protagonist kendini açması için gerekli olan güvenli ağın içine alınmış olur. Psikodramatik ısınma süreci harekete geçen hafıza ve duygular ile birlikte nöronların da oluşacak yeni ağlara ısınmaları demektir. Isınma ile hatırlama süreci ve böylece oyun aşaması başlar. 

Oyun: 

Psikoterapide amaç, bütünleşmenin sağlanması; duygu, biliş, duyumsama ve davranışa ayrılmış nöral ağların bütünleşmesidir. Burada normalde ketlenen nöral ağlar etkinleştir, bilinçli işlemeye müsait hale gelir (2). 

Psikodramada her aşama içinde birçok terapötik unsuru barındırsa da oyun aşaması, birden fazla bölgenin aynı anda aktive olduğu, yeni sinapslara doğru giden yolun açıldığı ve yeni yapılanmaların olmaya başladığı en önemli aşamadır. Buradaki sırlardan bir tanesi “artık gerçeklik” kavramında saklıdır. Kişilerin bildiklerini zannettiklerinden daha fazlasını bildiklerini keşfedecekleri artık gerçeklik,zihinde önemli açılımlara ve katarsislere sebep olur.  D.Eagleman, insan beyninin deneyimlerden, yaşam birikimlerinden yaralanarak gerçekleştirdiği karar verme mekanizması için ‘zamanda yolculuk’ kavramını kullanır (3). Bu esnada özellikle orbitofrontal korteksaktiftir. Psikodrama sahnelerinde anılara yapılan seyahatler, bazen anıların bilinç düzeyinde kayıtlı olduğu öyküsel bellekten,yani arka beyin bölgeleri ve asosyasyon kortekslerindenbilinen anıları geri çağırma (Retrieval ve Recall) şeklinde gerçekleşir. Fakat çoğu zaman protagonistlerin bastırdıkları anılarını hatırladıkları ve hiç kurmadıkları bağlantıları gördüklerine tanık oluruz. Bunlar daha ziyade eylemin gücü ile bedenin hafızasından çağırılan anılardır, bu konular ilerleyen bölümde detaylandırılacaktır.

En güçlü kayıtlar, güçlü duygulara eşlik eden koku, ses gibi uyaranlarla kaydedildiği için, psikodrama sahnelerinde anıların tüm detayları ile kurulması yardımı ile duyuları harekete geçirerek üyelerin hızı bir şekilde regrese olmasını ve katarsis yaşamalarını sağlar. Moreno’nun sahneleri yarı hipnotik olarak tanımlamasının nedeni budur. Travmaların hatırlanması ve sahnelere getirilmesi, Noradrenerjik sistem, Hipotalamus-Hipofiz-Adrenal bez nörohormon sistemleriile beraber pek çok bölgenin yeniden aktivasyounu sağlar. Bunların başında kişilik ve üst düzey bilişsel fonksiyonlarla bağlantılı prefrontal korteks, hafıza ve duygularla bağlantılı amigdala, hipokampüs, Dorsal Raphe çekirdeği ve Locus Coeruleusgelmektedir. Ayrıca stres durumunda salgılanan adrenalin ve kortizol hormonlarının anterior singulat girusta, sağ üst temporal girustayüksek düzeylerde bulunduğu tespit edilmiştir (6). Sahnelerde gerçekleşen bu önemli karşılaşmalar, aynı zamanda kalıcı iyileşmeler için gerekli olduğu tespit edilen belli düzeylerdeki kaygı ve stresin yaşantılanmasını sağlar. Moreno’nun “İkinci kez yaşanan gerçek, birinciden kurtuluştur”(1923)sözü, bu karşılaşmaların terapötik gücünü özetler niteliktedir. Ancak gerçeklerle yüzleşmek onun gücünü azaltabilir ve bu durum artık yerini daha uygun davranışlarla doldurmak için bir fırsata dönüşür. Bu esnada daha üst düzey bir gerçekliğe ulaşan protagonistin yeniden aktive olan nöronları da yeni sinapslara doğru yol alır. Bir protagonist çalışmasında şifalanan sadece protagonistler olmaz. Seçildikleri rollerde veya çalışmayı izlerken bir çok keşif yapan, bu sayede kendi temalarına ısınan, hatta bazen yoğun duygulanımlar ve katarsisler yaşayan üyeler mevcuttur. Yani bahsi geçen tüm beyinsel aktivasyonların çoğunun tüm grup üyelerinde gerçekleşmekte olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Oyun aşamasının çoğunlukla sonlarına doğru kurulan Sembolik Realizasyon(Symbolic Realization) sahneleri, yeniye geçişi tamamlar. Oyun esnasında düğümleri çözülen protagoniste, yeni gerçek yaşantıların kodlanması, beyinde nöronlar arası yeni sinaps oluşumlarını destekler.  Bu tam bir değişimdir. Yeniye geçme sürecinde, eski sinapsların gücü değiştikçe, bilgiler ağ içinde farklı biçimlerde akmaya başlarlar. Yeterli ölçüde zayıflayan bir bağlantı sonunda yitip gidecektir; güçlenmeye başlayan yeni bağlantılar ise filizlenerek ilerleyecektir. Bu yeniden yapılanma sürecinin bir kısmı ödül sistemlerince yönlendirilir ve dopaminadlı nörotransmiterin ağ boyunca yayılmasını sağlar. Sembolik realizasyon sahneleri, özellikle beynin yeniden güncelleme ve karar verme merkezleri olan orta beyinin (ventral tegmental alanve substantia nigra) aktif olarak kullanılması demektir (3).

Psikodrama oturumlarında çoğu zaman sadece protagonistin değil, eski kuşakların bellekleri de sahnededir. Konunun kuşaklararası uzantılara gittiği durumlarda bu durum çok daha eski atalara dek uzanır. Önemli yaşantıların kalıcı hale gelerek gen’lerimizi oluşturduğunu biliyoruz (3). Burada esas mesele ise, özellikle bitmemiş işlerin güçlü bir şekilde varlığını sürdürdüğüdür ki bunu rus psikolog Zeigarnik etki olarak isimlendirmiştir. Çünkü organizma, yarım kalmış işleri tamamlama eğilimindedir (9). Yıldönümü sendromları, vedalar ve tüm bitmemiş işler, onları bitirene kadar yakamızı bırakmazlar ve kuşaklar arası aktarımlarını sürdürürler. Ve insan ancak eskiyi tamamlayıp yeniye geçebilir. Hücresel düzeyde aktarılan bu zorlukları psikodramada çözebilmemiz, bağlar, tele, rol kavramı ve rol değiştirme ile ulaşılan artık gerçeklik düzeyinde çalışabilmemiz ve eylemsel teknikler ile bedenin hafızasının içine girip değişiklik yapabilmemiz ile mümkündür. 

Paylaşım: 

Paylaşım aşaması, oyun aşamasında alınan besinlerin sindiriminin tamamlandığı yerdir. Protagonist için anlam bütünlüğünün gerçekleştiği aşama olduğu için, beyinde özellikle prefrontal korteksin, ifade ve anlamlandırma ile ilgili wernice ve brocaalanlarının ve duygularla ilgili olarak limbik bölgelerinaktif olduğu söylenebilir. Protagonist için grup desteği ile tamamlanmanın, grup üyeleri için ısınma ve öğrenmelerin gerçekleştiği aşamadır.

YARATICI-SPONTAN-EYLEME GEÇEN NÖRONLAR:

  “…Bakmak olmazsa olmazdı; çünkü eylemsiz algı olmaz, bakmadan görülmez.” O.Sacks

Bebeğin geçirdiği ilk yaşantılar, nöral ağlarını da şekillendirir. Bebeğin anne ya da bakım veren kişi ile kurduğu ilk bağlarda sorunlar varsa açığa çıkacak olan kaygı için beyin çeşitli savunma stratejileri örgütler (2,5). Bu çarpıtma, özellikle amigdala, hipokampüs, kortiko-striatal-talamo-kortikaldevre tarafından yönetilen kaygı ve korkuyu kontrol eden bilinç dışı bellek devrelerinde gerçekleşir. İlk yıllarda yaşanan kaygı, ilerleyen dönemlerde oluşabilecek olan çeşitli patolojilere zemin hazırlar. 

Bununla beraber insan bebeği, onu diğer canlı türlerinden ayrıcalıklı kılan uyum becerilerine sahiptir. İnsan hemen her koşula adapte olabilecek donanımla dünyaya gelir. İnsanın duygusal ve nörobiyolojik gelişimi içinde ‘deneyim ve öğrenme’büyük bir yer kaplar. Beyin, öğrenilen her yeni bilgi ve kazanımın birbirine bağlanarak oluşturduğu nöral ağların gittikçe kalıcı hale gelerek tutundukları bir yapı halini alarak gelişimini sürdürür. Adaptasyon süreci bireyi hayatta tutmayı ve korumayı sağlarken, diğer taraftan onun sanal bir güvenlik duygusunun içinde kalmasına sebebiyet verebilir. Moreno’nun “kültürel konserveler” olarak adlandırdığı çevresel faktörler, kişileri çevrelerine uyumlu birer varlık haline getirirken onları yaratıcı özlerinden uzaklaştırabilir. Bu durum bireylerin hem ‘kaygıdan uzaklaş’ alarmları veren beyin bölgelerinin (özellikle limbik sistem), hem de yaşamda tüm rollerini sağlıklı bir şekilde var edememenin içinde sıkışıp kalmalarına sebep olur.

Anda olmak, kişinin kendi gerçeğine yakınlaşmasıdır ve bu bazen kaygı uyandırır. Psikodrama üyeleri “şimdi ve burada” ile cesaretle kendi gerçekleri ile buluşturur. Üyelerin eski ve işlevsiz olan davranış kalıpları yerine yeni yaratıcı ve spontan tepkiler verebilmeleri, kaygı ve korku ile oluşmuş nörol düğümlerin açılmasına sebep olur. Bu büyük bir enerjinin açığa çıkmasıdır. Yaratıcılığı ve spontaniteleri ile yeniden buluşan bireylerin nöronları aktif hale gelmiş demektir. An’da olan kişilerin nöronları, yeni sinapslar kuracak kadar olasılıklara açık olan nöronlardır. Yaratıcılığın gelişmesi, aynı zamandasağ hemisferingelişimini de destekler. Sol hemisferi baskın olan kişiler çoğunlukla daha temkinli, yeniliklere kapalı, yerleşmiş düşünce kalıplarına göre hareket eden, dirençli özellikler sergilerken, sağ beyin daha geniş açıdan bakabilen, çözümcül, sezgisel taraftır. Yaratıcılık ve spontanitenin gelişimi sağ beynindeki aktivasyonu arttır. Sağ ve sol beyin dengelerinin kurularak bütüncül bir çalışma sisteminin sağlanması, bireylerin ruh sağlığını olumlu yönde destekler. 

Yaratıcılık ve spontanitenin ürünü olan eylem, tüm kararların yaşama geçirilmesini sağlayan en önemli tamamlayıcı parçadır. Eylem, bir son değil anlamı var eden ilk adımdır. Ünlü nörolog O.Sacks’ın tanımındaki gibi; “eylemsiz algı olmaz, bakmadan görülmez” (7).Yaşamdaki ilk dilimiz olan eylem, psikodramada aynı zamanda dirençleri kırmak ve bedenin kayıtlarına ulaşmak için güçlü bir araçtır. Psikodrama oturumlarında ısınma yürüyüşünden dokunmaya, heykellerden sahnelerin canlandırılmasına kadar neredeyse her an eylemin içinde geçer. Eylemin insan doğasının vazgeçilmez parçası ve ihtiyacı olması, aynı zamanda yaşantı yoluyla gelişen/öğrenen beyin sistemi için en de kalıcı yeniden örgütlenme aracıdır. 

BEDENİN HAFIZASI

“Anlatma Yap!” 

Bebeğin yaşamla ilk ilişki kurduğu rol somatik roldür. Somatik rol bedene dair olan her şeyi kapsar. Bu dil öncesi dönemde bebeğin ilk dili eylemdir. Annenin bebeğin çağrılarına verdiği karşılık çok önemlidir (1). Bebeğin doğduğu andan itibaren aldığı somatik rolde deneyimledikleri, beden hafızasının ilk kayıtlarını oluşturur. Schore, hafıza ile ilgili 2 önemli bölge olan amigdalanıngelişiminin hipocampüstenönce tamamlandığını, bakım veren kişilerle kurulan ilk ilişkilerde yaşanan travmatik olayların hipokampal olarak kaydedilmese bile amigdala ile duygularının kaydedildiğini belirtmiştir. İlerleyen yaşlarda anıların bastırılması da benzer şekilde artan stres hormonları dolayısı ile hipokampüs işlevlerinin baskılanması şeklinde gerçekleşebilir. Psikodrama’nın “Anlatma, yap” ilkesi, kişileri sözün olmadığı ilk dönemlerde kullandıkları dil olan eylemikullanarak regrese olmalarına ve beden hafızasının devreye girmesine yol açar. Eylemsel tekniklerle bedensel kilitlerin açılması, özellikle de bastırma mekanizmasının en güçlü olduğu psikosomatik rahatsızlıklarda ve bedenle ilgili zorluklarda hızlıca yol alınmasını sağlar. 

Üyelerin en derin anıları gün yüzüne çıkarmaları ve önemli gerçeklerle yüzleşmeleri, duygusal katarsisler yaşamalarına sebep olur. Özellikle en çok hasta eden duygu olan öfkelerin eylemle boşaltılması (eylem katarsisi), büyük bir rahatlama ve arınma sağlar. Eylemin bu aşamada da toksinleri dışarı atan ve deşarj eden bir işlev gördüğü söylenebilir. Bu esnada beyin görüntüleme tekniklerinden yararlanılabilse, özellikle duygularla ilgili olan limbik sistemlerde(özellikleamigdala), ventral prefrontal korteks, singulat korteksteaktivasyoların arttığının görüntülenmesi ve serotonin, norepinefrin ve dopaminsalınımlarında değişiklik olması beklenmektedir. 

EŞLEME-ROL DEĞİŞTİRME-AYNA 

EMPATİ ve DAHA ÖTESİ

Anne, bebeğin yaşamının ilk double’ı; ayrıştığı dönemde de büyük olasılıkla ilk antagonisti olur. Bebeğin gelişim sürecinde gerçekleştirdiği ilk rol değiştirme ile annesinin gözünden gördükleri, benlik gelişiminin, yaşamla kuracağı ilişkinin ve beyin gelişiminin belirleyicisidir. Moreno, psikodramanın 3 temel tekniğini ilk ilişki örüntülerinden uyarlamıştır. Bu sayede protagonistin eşleme, rol değiştirme ve aynavasıtası ile 3 ayrı gerçeklik düzeyi içinde gezinmesi (objektif-subjektik-artık geçeklik), unuttuğu veya aslında bildiğini hiç bilmediği bilgileri geri getirmesini sağlar. 

Eşleme, protagonistin liderin ve grubun desteğini en güçlü hissettiği ve keşifler yaptığı yerdir. Eşleme esnasında, liderin veya grup üyelerinin empati ile bağlantılı olan orbitofrontal korteksin, ayna nöronlarının ve özellikle sol yarı kürede dille bağlantılı Broca alanınınaktif olduğu söylenebilir. Bu esnada bir çok bağlantı kuran, içselleştiren, yargılayan, anıları çağıran, duygulanımlar yaşayan ve belki yeniden yapılandıran protagonistin ise özellikle prefrontal korteksi ve limbik sistemiaktif olacaktır.  

Son yıllarda yapılan çalışmalar, özellikle ‘ayna nöronlar’ın empati ile ilgili birebir özerkleşmiş yapılar olduğunu saptamışlardır. Ayna nöronlar, empati kurmada ve diğerlerinin duygusal dünyalarını anlamamızda bize yardım ederler. (10).Araştırmalar, ayna nöronların çalışma prensibinin diğerini anlamak üzere karşı taraftaki kişinin yüz mimiklerini taklit ederek duygulara ulaşıldığını ortaya koydu (yansıtma-mirroring).Çarpıcı olarak, yüz kaslarındaki esnekliği kaybeden botokslu kişilerin gösterilen yüz ifadelerinden duyguları anlamakta zorlanmaya başladıkları gösterildi. Diğer kişinin duygusunu tam olarak anlamak için onu taklit ettiğimiz bilgisi, rol değiştirmeesnasında ayna nöronların ne kadar aktif olduğunu düşündürdü. Fakat diğerlerini aynalama esnasında alınan dataların her kişinin kendi deneyimlerine göre sentezlenerek son halini aldığı bilgisi, rol değiştirmenin bunun bir adım daha ötesinde olduğunu gösterdi. Rol değiştirme esnasında üyeler subjektif gerçeklikten artık gerçekliğe geçtiklerinde artık kendilerinden bir bilgi taşımazlar.  Bu esnada antagonistin bilgisine ulaşmamızı sağlayanın, ayna nöronlardan çok tele yani sezgisel beyin vasıtası ile makrosisteme dek uzanan yolda görünmeyen bağlarımızdan gelen bilgi olduğu söylenebilir. Bu bilgiye gruplarda grubun yardımcı bilinçdışı(co-unconscious) sayesinde ulaşılır. Sezgisel beyin, bağımsız bir bölgeden ziyade bir ağlar bütünüdür ve diğer bölümde ele alınacaktır (Bknz.Sezgisel Beyin). 

Son temel teknik olan ayna, üyeleri objektif gerçeklikle buluşturan tekniktir.  Protagonistler aynadan kendilerine veya sahnelere baktıklarında, kendi gerçekliklerinden uzaklaşıp dışarıdan değerlendiren bir göz olurlar. Burada artık limbik yapılardan ziyade, gerçeği değerlendiren, kritik eden, akıl veren prefrontal korteksaktif olarak işini yapmaktadır. 

SEZGİSEL BEYİN, TELE ve BAĞLAR 

"Normal beyin işlevleri bizi saran toplumsal ağlara bağlıdır. Nöronlarımızın hayata tutunup    serpilmesinde, başka insanlara ait nöronlar da önemli rol oynar" D.Eagleman 

D.Eagleman, toplumsal becerilerimizin köklerinin, nöral devrelerin derinlerine ulaştığını söyler. Beyin, diğerlerini izleyen, onların acılarını hisseden, niyetlerini değerlendirip duygularını okuyan dallı budaklı ağlar içinde bir yapıdır. Bireyin en ilkel düzlemde dahi (subcortikal beyin yapılarının)yaşamda kalmak ve kimin dost ya da düşman olduğunu anlamak için, duyusal verilerin sunduğu ince ipuçlarına dayanarak diğerlerini gözetmesi gerekmektedir. Nöral ağlar, deneyimlerle birlikte diğerlerini hissetmek üzere doğuştan getirdiğimiz sezgisel ağlar üzerinden şekillenir. Sezginin nörobiyolojisinde en çok aydınlatılan yer preceniumolarak adlandırılır. Her 2 hemisferin tam ortasında yer alan superior parietal lobunküçük bir kısmıdır. Precenium, bundan başka episodik hafıza, görsel-işitsel işlemleme ve vicdanla ilgilidir. Geçmiş deneyimlere dayanarak hızlı bir analiz yapan ve alarm veren ventromedial prefrontal korteks ve caudate nukleus’in desezgilerle ilgili mekanizmayla bağlantılı olabileceği düşünülmektedir (11).

Moreno’nun, sezgisel beynin ilişkilerle ilgili olan kısmını tanımlamak için kullandığı tele’nin bireylerin doğuştan getirdiği bir özellik olduğunu fakat gelişimininbebeğin organik plasentedan sosyal plasentaya geçtiğinde bakım veren kişi ile kurduğu güven ilişkisine bağlı olduğunu belirtir. Fonseca’ya göre spontanitenin, bebek ve bakım veren kişi arasında deneyimlenmesi, nöronlar arasında da bir dizi akış meydana getirir ve yüz ifadelerini anlamlandırma ve özellikle yüz yüze iletişime duyarlı olan orbitofrontal korteks, telik duyarlılığın gelişimindeveya gelecekteki empati kapasitesinde önemli rol oynar (4). 

Moreno, grup psikoterapisi kavramını ortaya atarken beynin çalışma prensibine benzer şekilde sosyal ilişkileri olmayan bireyin sosyal bir kurgudan ibaret olduğunu belirtmiştir. Psikodrama kuramını, sosyometri ve sosyodramaile tamamlayarak bir psikoterapi sisteminin ötesine taşımış,bizlere hem hastalığın hem de şifanın diğerleri üzerinden geldiğine, yaşamda önemli öğrenmelerin ancak ilişkiler vasıtasıyla kazanılabileceğine dair derin bir yaşam bilgisi sunmuştur. Heidegger’in de belirttiği gibi; “Var olmak için diğerlerine ihtiyacınız var, sizi siz yapan şey büyük oranda çevrenizdeki dünyadır. Benlik boşlukta var olamaz” (3). Hayatın anlamını keşfetmenin, yani transcendet rolünsağlıklı gelişiminin sırrı mikrodan makroya içinde bulunduğumuz bağları keşfetmek ile mümkündür. İnsanı bütün yönleriyle ele alan bu yaklaşım, aynı zamanda bireylere patolojilerine odaklanıp sağlıklı taraflarını göz ardı etmeden bütüncül olarak bakabilmeyi de olanaklı kılmıştır.

GRUP:

          “Tanrı tekrar dünyaya gelse grup olarak gelirdi” J.L.Moreno

Moreno’nun varoluş sisteminin bağlar üzerine kurulu olduğu keşfi, şifa ve öğrenme için grup sistemini kurmasına temel oluşturmuştur. Grup, Moreno’nun tanımıyla sosyal plasenta, bireyin aynı zamanda koruyucu ağını oluşturur; onun en temel ihtiyacı olan yakınlık ve destek ihtiyacını karşılar. Yapılan deneylerde, farelerin süt veren mankenler yerine onları saracak tüylü kolları olan robotları tercih ettikleri görülmüş ve dokunulan farelerin diğerlerine göre çarpıcı bir şekilde hayatta kalma oranlarının fazla, beyinlerinin daha fazla gelişmiş olduğu gösterilmiştir. Benzer şekilde bakım yurtlarında, bakıcıları tarafından yalnız bırakılan bebeklerde sosyal gelişim ve beyin gelişiminin eksik kaldığı görülmüştür. Grup, önemli bir keşif kaynağı olmanın yanı sıra aynı zamanda liderle birlikte üyelere ihtiyaçları olan duygusal destek ve yakınlığı sağlar. Psikodramada önemli bir yeri olan dokunma, bireylere birincil temel ihtiyaçları olan güvenlik hissini yaşatır ve beyinde bağ kurmayı sağladığı bilinen oksitosiniarttırarak terapötik bir müdahale sağlar. Dokunmanın etkilerine dair yapılan çalışmalarda dokunarak destek alan hastaların limbik sistemlerindetehlike tehdidinin azaldığı görülmüştür. Ayrıca dokunmanın, motor-duyusal sistemler ve öğrenme ile ilgili olanbazal ganglia bölgesindede uyarımlar oluşturduğu görülmüştür. Bedensel dokunmalar, duygusal ve zihinsel olarak da pek çok temaya dokunmanın temsili olarak aynı zamanda üyeleri ve üyelerle lideri birbirine yakınlaştıran ve derinleştiren bir unsurdur.

Siegel’ın belirttiği gibi hücreler de tıpkı insanlar gibi ancak ilişkiler ağında var olabilirler. Her bir hücre, ancak grubun bir parçası olduğunda anlam taşır. Beyinde konuşma, hafıza, problem çözme vs gibi özerkleşmiş bölgeler olsa da, bu bölgeler ancak bir bütünlük içerisinde bağlantılar yoluyla çalışabilirler. Beyinde hasarlanan hücreler olduğunda, tıpkı kohezyonu sağlanmış bir grup destekleşmesi gibi çevre bölgeler yeni örgütlenmeler ile telafi yoluna girerler. Nörolojik bir rahatsızlık geçirdiği için beyninin yarısı alınmak durumunda kalan Cameron’un tüm işlevleri neredeyse diğer çocuklarla aynı olan yaşam hikayesi bunun çarpıcı bir örneğidir. Cameron’un sağlıklı kalan yarı küresi, eksik işlevleri devralmak üzere dinamik biçimde yeniden düzenlenmiş, bu sayede bütün işlemler normal beyin hacminin yarısına sıkıştırılmıştır (3). Moreno sosyodrama ve toplumbilimle ilgilenirken, tersini savunan bir çok kuramın aksine bireylerin toplumları dönüştürücü güçlerini vurgulamıştır. Diğerleri ile bir arada olmak bireyin doğasının bir parçası ve ihtiyacıdır.  Öyle ki dışlanma durumunda ortaya çıkan toplumsal acının beyinde fiziksel acıyla aynı beyin bölgelerini etkinleştirdiği görülmüştür (3). Bizler de tıpkı nöronlarımız gibi, hem var oluşumuzu hem de taşıdığımız anlamı diğerlerine borçluyuz. 

SONUÇ: 

Beynin işleyişi, özellikle de yeni bağlantılar kurarak gelişimini daima sürdürme özelliği, psikodramadaki grup dinamiklerinin temsili gibidir. Beyin ve Psikodrama Sistemi, her ikisi de o kadar benzer özellikler sergiler ki, bu varoluş sisteminden ilham almış olan Moreno’nun dehasının ürünüdür. Nöronların anlam kazanmaları için diğer nöronlara ihtiyaç duymaları, enerjiyi açığa çıkaranın oluşturulan sinapslar ve yapılar olduğu, fakat diğer taraftan esas gücün ateşlemeyi başlatacak olan tek bir nöronda olduğu gerçeği, birey-grup, birey-toplum, birey-makroplan ilişkisinin temsili gibidir. 

İyileşme, bireylerin yaşamla yeniden sağlıklı bir güven ilişkisi kurmaları ile mümkündür. Her an yeni bir seçim şansı demektir. Bireyin yeni seçimler yapması, hücresel düzeyde nöronların kendi içlerinde yeniden örgütlenmeleri anlamına gelir. Psikodramatik bakışla bir bütün olan ruh ve beden, her biri bir diğerini etkiler durumda bir döngü içinde ilerlerler. Bireyin duygusal açılımları ve bilinç yükselmeleri, tüm yapıyı değiştirecek güçte bir potansiyele sahiptir. Psikodramanın amacı, makro planın bir parçası olarak bireylere sahip oldukları yaratıcı gücü hatırlatmak üzerine kuruludur. Bu iyileşmenin ötesinde, bireyin aynı zamanda transcendent rolüne ulaşarak varoluş bütünlüğünü gerçekleştirmesi demektir. 

Psikodramanın gücünün, farklı psikoterapi ekolleri için çalışılmış olan çeşitli beyin görüntüleme teknikleri ile gösterilmesi hedef olmalıdır.

KAYNAKLAR:

  1. Altınay, D. Psikodrama Grup Psikoterapisi El Kitabı, Epsilon Yayınları, 2015.
  2. Cozolina, L. Psikoterapinin Nörobilimi, Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları, 2017.
  3. Eagleman, D. Beyin, Domingo Yayınları, 2015
  4. Fonseca, J. Contemporary Pychodrama, Brunner-Routledge, 2004.
  5. Henckens MJ, Hermans EJ, Pu Z, Joëls M, Fernández G. Stressed memories: how acute stress affects memory formation in humans. J Neurosci 2009; 29:10111-10119. 
  6. Öktem, Ö. Sinirbilim Bakış Açısıyla Bellek, İşbankası Kültür Yayınları, 2013.
  7. Sacks, O. Aklın Gözü, Yapı Kredi Yayınları, 2010.
  8. Schore AN. Effects of a secure attachment relationship on right brain development, affect regulation, and infant mental health. Infant Ment Health J 2001; 22: 7-66. 
  9. Schützenberger, Psikosoybilim, A.A. Türkiye İş Bankası Yayınları, 2012.
  10. Morgan, M. Neurosciences and Psychotherapy, 2006.
  11. Damasio, A. In work on Intuition, Gut Feelings Are Tracked to Sourse: The Brain.